MAKALELER



Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4, Fall 2012, p. 2919-2938, ANKARA-TURKEY

GEÇ DÖNEM OSMANLI ÂDÂB-I MUÂŞERET KİTAPLARINDA HANE TANZİMİ VE SALON ÂDÂBI

Fatma TUNÇ YAŞAR
*

*
Dr. El-mek: fayasar@metu.edu.tr

ÖZET



On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısı, Osmanlı dünyasında siyasi, sosyal, iktisadi ve kültürel alanlarda pek çok değişim ve dönüşümün yaşandığı bir dönemdir. Ev ve aile hayatında yaşanan değişim ve dönüşüm Osmanlı modernleşmesinin en önemli alanlarından biridir. Geç dönem Osmanlı toplumunda değişen hayat tarzı alaturka ve alafranga (Türk ve Frenk usûlü) arasında ciddi bir ayrışma meydana getirdi ve bu ayrışma zamanla ev içi mekânın kullanımından aile hayatının işleyişine kadar ev hayatının farklı katmanlarına nüfuz etti. Batı tarzı ev gereçleri, mobilya ve yeme alışkanlıklarının benimsenmesi, evin mekânsal özellikleri ve düzenlenme biçimindeki değişiklikler, sadece aile fertlerinin evi içi mekânı kullanma tarzını etkilemekle kalmadı, ev içerisinde yeni bir yaşam tarzı üretti. Bu makalede, 1889-1918 yılları arasında yayımlanmış Osmanlı âdâb-ı muâşeret kitaplarının ev ile ilgili görgü kurallarını nasıl ele aldıkları ve geç dönem Osmanlı değişim ve dönüşüm sürecinde ideal Osmanlı hanesini nasıl tahayyül ettikleri incelenmektedir. Bu bağlamda, hane tanzimi ve salon âdâbı başlığı altında, ev içerisinde gerçekleşen ziyaretler, davetler, çay toplantıları, suâre ve balo gibi farklı durumlarda uygulanan muâşeret kuralları incelenmektedir. Osmanlı âdâb-ı muâşeret yazarlarının ev ile ilgili âdâb-ı muâşeret kurallarına yaklaşımları, onların değişen hayat tarzı, Batılılaşma ve modernleşme ile nasıl yüzleştikleri, okuyucu kitle olarak muhataplarını nasıl belirledikleri ve Osmanlı kadınına toplumsal değişim ve dönüşümde nasıl bir rol verdikleri konusunda önemli ipuçları vermektedir.


Anahtar Kelimeler:

Hane, Âdâb-ı Muâşeret, Alafranga, Salon, Modernleşme.

HOUSE DECORATION AND SALON MANNERS IN LATE OTTOMAN ETIQUETTE BOOKS


ABSTRACT



The second half of the nineteenth century in the Ottoman world is a period in which many changes and transformations took place in political, social, economic and cultural realms. Change and transformation in house-life is one of the most important realms of Ottoman modernization. Changing lifestyle in late Ottoman society created a split between the
alla turca and the alla franca (respectively Ottoman Turkish and Frankish style) and this split have gradually 2920 Fatma TUNÇ YAŞAR

Turkish Studies

International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4, Fall, 2012

penetrated the different layers of house-life from the use of domestic space to the inner workings of family life. The adoption of western equipments, objects of furniture and European table manners, and change in the physical properties of the house not only affected the style of using domestic space, but also produced a new way of life inside the house. In this article, it is analyzed that how Ottoman etiquette books published between 1889-1918, approached house-related etiquette rules and how they imagine the ideal Ottoman house in the late Ottoman change and transformation process. In this vein, etiquette rules to be applied in different situations such as visits, invitations, tea gatherings, soirée and balls is scrutinized under the title of house decoration and salon etiquette. The approaches of the Ottoman etiquette authors to house-related etiquette rules give hints about how they encounter changing lifestyle, westernization and modernization, how they determine their target audience and what kind of a role they give Ottoman woman in the transformation process.


Key Words:

House, Etiquette, Alla Franca, Salon, Modernization.

Bu makalede, 1889-1918 yılları arasında yayımlanmıĢ âdâb-ı muâĢeret kitaplarının ev ile ilgili muâĢeret kurallarını nasıl ele aldıkları ve geç dönem Osmanlı değiĢim ve dönüĢüm sürecinde ideal Osmanlı hanesini nasıl tahayyül ettikleri incelenmektedir. Geç dönem Osmanlı âdâb-ı muâĢeret litaratürü, dünyada “nezaket yüzyılı” olarak tanımlanan on dokuzuncu yüzyılın sonlarında ortaya çıkmıĢ olup çok sayıda Osmanlı entelektüelinin ve önde gelen isimlerinin Avrupa merkezli olarak yaĢanan değiĢim ve dönüĢüm karĢısında nasıl tavır aldıklarını ve onunla nasıl yüzleĢtiklerini ortaya koymaktadır.
1 Bu literatür, farklı siyasi, sosyal, dini ve kültürel arkaplanlara sahip yazarlar tarafından kaleme alınmıĢ olup, geç dönem Osmanlı‟da yaĢanan değiĢim ve dönüĢümüm salt “BatılılaĢma” olarak tarif edilemeyecek kadar çok katmanlı ve boyutlu olduğunu ortaya koymaktadır.2 Bu açıdan geç dönem Osmanlı âdâb-ı muâĢeret literatüründe ev ve ev içi mekân ile ev hayatının ele alınıĢının incelenmesi, dönemin değiĢim anlayıĢında Osmanlı hanesinin yerinin belirlemesi açısından oldukça önemlidir.

1
Resulzade Hüseyin Hüsnü, Nezaket ve Usûl-i Muâşeret: Kavâ’id-i Âdâb, Karabet ve Kasbar Matbaası, Ġstanbul, 1306/1889; Çençenzade Hakkı Antakyalı, Zarâfet, Kasbar Matbaası, Ġstanbul, 1890/1307; Ahmed Midhat Efendi, Avrupa Âdâb-ı Muâşereti Yahud Alafranga, Ġkdam Matbaası, Ġstanbul, 1312/1894; Avrupa’da Merasim ve Âdât, Çev. M. ġ., Kasbar Matbaası, Ġstanbul, 1312/1894; Amasyalı Ġbrahim Edhem, Rehber-i Müsafirîn ve Âdâb-ı Muâşeret, Kasbar Matbaası, Ġstanbul, 1316/1898; Mehmed Emin, Âdâb-ı Muâşeret Nasıl Hasıl Olur, Vilayet Matbaası, Aydın, 1321/1904; Usûl ve Âdâb-ı Muâşeret, Matba‟a-i Askeriye, Ġstanbul, 1327/1910; Hasan Bahri, Centilmen: Âdâb-ı Muâşeret, Tevsi-i Tıbaat Matbaası, Ġstanbul 1328/1911; Comtesse De Magallon, Rehber-i Muâşeret: Avrupa Âdâb-ı Muâşereti, Çev. Ahmet Cevad, Ġbrahim Hilmi NeĢriyatı, Ġstanbul, 1328/1911; Lütfü Simavi, Teşrîfât ve Âdâb-ı Muâşeret, Matba‟a-i Ġctihad, Ġstanbul, 1329/1914, (Ġkinci Baskı, 1333/1918; Üçüncü baskı, 1342/1923); Alafranga Yaşamak Yolları, Kadınlar Dünyası Külliyatından, Kadınlar Dünyası Matbaası, Ġstanbul: 1331/1912-13; Vesaya-yı Medeniyeden Zarâfet-i Nisvan, Çev. KaĢif Dehri, Ġtimad Kütüphanesi Sahibi Seyyid Tahir, Ġstanbul: tarihsiz, (tahminen 1912-1916 arası); Abdülaziz Bey, Adat ve Merasim-i Kadime: Tabirat ve Muamelata-ı Kavmiye-i Osmaniye (Osmanlı Adet, Merasim ve Tabirleri), (1910‟lar), (Haz. Kazım Arısan, Duygu Arısan Günay, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Ġstanbul, 1995.

2
Geç dönem Osmanlı âdâb-ı muâĢeret literatürü hakkında detaylı bilgi için bkz. Fatma Tunç YaĢar, The Predicaments of Alla Franca: Visions of Proper Behavior in Late Ottoman Etiquette Literature, Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, YayımlanmamıĢ Doktora Tezi, Ġstanbul, 2012.

Ev, aile içi iliĢkilerin, cinsiyete dayalı ve sınıfsal kimliklerin uzlaĢtığı, kesiĢtiği ve dönüĢtüğü yerdir. Ev, aynı zamanda bireysel kimliğin, sosyal iliĢkilerin ve ortak anlam dünyasının
Geç Dönem Osmanlı Âdâb-ı Muâşeret Kitaplarında Hane Tanzimi ve Salon Âdâbı 2921

Turkish Studies

International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4, Fall, 2012

oluĢtuğu zemindir.
3 Maddi kültür olarak ev ve ev içi mekân, tıpkı kıyafet gibi yaĢam tarzını ve kültürel birikimi yansıtma özelliğine sahiptir. Ancak ev içi mekânın yeniden organizasyonu ve yeni bir yaĢam tarzına göre yeniden dekorasyonu oldukça külfetli bir iĢtir ve belli bir servet gerektirmektedir. Bu noktada, on dokuzuncu yüzyılda yaĢanan değiĢim ve dönüĢüm sürecinde ev hayatındaki değiĢim, kıyafete nispetle ilk bakıĢta daha zor gözükmektedir. Bu nedenle bazıları kolay adapte edilebilmesi ve cüzi bir servet ile edinilebilmesi dolayısıyla kıyafetin ev içi mekâna kıyasla daha hızla değiĢtiğini ve dönüĢtüğünü düĢünmüĢlerdir.4 Oysa gerek Osmanlı dünyasında ve gerekse dünyanın birçok yerinde on dokuzuncu yüzyılda kıyafet hala dini, statüyü, mesleği ve yaĢam biçimini gösteren en önemli unsurdu. Bu nedenle her ne kadar ev dekorasyonuna nispetle daha cüzî bir servetle farklı kıyafetlerin edinilebilmesi mümkünse de maddi servet kıyafet seçiminde hiçbir zaman yegâne belirleyici ya da en önemli unsur olmamıĢtır.

3
John Rennie Short, “Foreword”, At Home: An Anthropology of Domestic Space, ed. Irene Cieraad, Syracuse University Press, New York, 1999, s. X.

4
Nancy Micklewright, “Public and Private for Ottoman Women of the Nineteenth Century,” Women, Patronage, and Self-Representation in Islamic Societies, ed. D. Fairchild Ruggles, State University of New York Press, Albany, 2000, s. 161.

5
Ahmet Hamdi Tanpınar, 19. Asır Türk Edebiyatı, Çağlayan Kitabevi, Ġstanbul, 10. Baskı, 2003, s. 45.

6
Selçuk Esenbel, “Uygarlık Süreci: Kavram Açısından Bir Mukayese”, Toplum ve Bilim, Sayı 84, Bahar 2000.

Öte yandan ev içi mekânın değiĢimi ve dönüĢümü maddi olarak külfetli ve zor gözükmesine rağmen Osmanlı toplumunda Avrupaî yaĢam biçiminin en rahat adapte edilebildiği alanlardan biri olmuĢtur. Birçok Osmanlı elit hanesi alafranga usûl mobilya ve dekorasyon ile Tanzimat‟tan çok daha önce tanıĢmıĢtır. 1775‟te Ġstanbul‟a gelen Macar asıllı Fransız Subayı Baron De Tott‟un eĢi III. Ahmet‟in kızı Esma Sultan‟ın sarayını ziyaret ettiğinde sarayda Frenk usûlü dekorasyonun hazır bulunduğundan bahsetmektedir.
5 Avrupaî etiketin benimsenmesi açısından Meici Japonya‟sı ile Osmanlı‟yı kıyasladığı çalıĢmasında Selçuk Esenbel de, dıĢarıda Avrupaî giyinip evinde geleneksel kimonosunu giyen Meici dönemi Japonlarının aksine Osmanlıların, özellikle de kadınlarının modernleĢme sürecinin ev içi mekândan baĢladığının altını çizmektedir.6

Tam da bu noktada ifade etmek gerekir ki, geç dönem Osmanlı âdâb-ı muâĢeret yazarları kıyafete nispetle ev içinde uygulanacak görgü kuralları konusunda daha nettirler. Her ne kadar pratikte alafranga eĢyaların nerede ve ne Ģekilde kullanılacağı konusunda kafa karıĢıklıkları ve yanlıĢ uygulamalar olsa da, mevcut literatürde suâreler, balolar, davetler, ziyaretler ve yemek esnasında uygulanması gereken muâĢeret esasları konusunda yazarlar arasında çok az görüĢ ayrılığı söz konusudur. Hâlbuki aynı yazarlar kıyafet söz konusu olduğunda hangi tür kıyafetin nasıl ve nerede giyileceği konusunda farklı görüĢlere sahiptirler. Aslında bu tutum, kıyafetin toplum ve din nezdinde hassas bir mevzu olmasından dolayı yazarların kıyafet konusunda Avrupa muâĢeretini aynen tercüme etmek yerine çeĢitli uyarlama ve müzakerelere baĢvurduğunu göstermektedir. Bu da yazarların dünya görüĢü ve ideolojisine göre daha eklektik ve karmaĢık bir kıyafet anlayıĢının ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

Kıyafet konusunda eklektik bir tutumun benimsenmesinde Osmanlı bireyinin - kadını değil - uygulanacak muâĢeretin doğrudan “etkin öznesi” olarak görülmesi önemli bir etkendir. Geç dönem Osmanlı âdâb-ı muâĢeret kitaplarında tasvir edilen kıyafet ötekinin kıyafeti değil bizzat Osmanlı erkeğinin çeĢitli etkinliklerde giyeceği kıyafettir. Nitekim kadın kıyafeti konusunda aynı yaklaĢım benimsenmemiĢ, bir öteki olarak kibar muhitlerde ya da Avrupa‟da yaĢayan Avrupalı kadının çeĢitli etkinliklerde giydiği kıyafet tasvir edilmiĢtir. Bu kıyafeti, Osmanlı kadınının aynen giymesi söz konusu olmadığına ya da olamayacağına göre gerekli uyarlamayı âdâb-ı muâĢeret literatüründe değil, dönemin maharetli terzileri vasıtasıyla Osmanlı kadınının üzerinde görmek mümkün olmuĢtur.

2922 Fatma TUNÇ YAŞAR

Turkish Studies

International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4, Fall, 2012

Ev içi mekân söz konusu olduğunda ise yazarların Avrupaî bir eĢyayı Osmanlı evine taĢırken herhangi bir uyarlama yapması genellikle söz konusu değildir. Ahmed Midhat gibi yazarlar bazı eĢyaların yanlıĢ yerde ve amaçları dıĢında kullanımına karĢı okuyucuyu uyarmaktadır. Aslına bakılırsa, yazarların ev ile ilgili muâĢereti anlatırken kibar Osmanlı ailelerinin evlerinden ziyade Avrupalıların evlerini anlattığı söylenebilir. Örneğin Matbaa-i Askeriye tarafından topluma örnek olma misyonu verilen Osmanlı askeri zümresi için 1909 yılında basılan
Usûl ve Âdâb-ı Muâşeret oldukça detaylı olarak hazırlanmıĢ “ziyafetler” bölümüne “Bir kibar Avrupalı ile ülfet edildiği ve evine gidildiği zaman…..”7 sözleriyle baĢlamaktadır. Dolayısıyla, geç dönem Osmanlı âdâb-ı muâĢeret kitaplarında ev ile ilgili olarak yazılan bölümler Osmanlı ailesinin evini tasvir etmemektedir ve burada herhangi bir değiĢim öngörmemektedir. Eğer Osmanlı hanesinde alafranga usûle göre bir uyarlama yapılacaksa (bu pek de uygun görülmemektedir) bu aileye ya da kiĢiye bırakılmaktadır. Tıpkı kadın kıyafetinde benimsenen tutum gibi (doğrudan tercüme etmek), ev muâĢereti konusunda da yazarlar kendilerine ait olanı değil ötekini tasvir etmektedirler. Ancak bu öteki kendilerinden tamamen bağımsız ve uzak bir öteki olmayıp bazı koĢul ve durumlarda temas mecburiyeti olan Avrupalıların evleridir. Bu nedenle muâĢeret kitaplarında bir Osmanlı erkeğinin ya da kadınının kendi evi içerisinde nasıl bir muâĢeret benimsemesi gerektiğinden ziyade bir Osmanlı erkeğinin Avrupalı ya da Avrupaî bir eve her hangi bir vesile ile (akĢam taamı, viziteler, suâreler, balolar gibi) gittiğinde nasıl davranması gerektiği yazılmaktadır. Örneğin, yemek masasına giderken hangi erkeğin hangi kadına kol vereceğinin büyük davetlerde yazılı bir kart ile bildirildiği söylenmekte ve bu kartların nasıl bir Ģey olduğunu okuyucuya göstermek için örnekler verilmektedir. Hasan Bahri‟nin Türkçe açıklamasıyla birlikte verdiği Ģu örnek oldukça tipiktir. “Mr. Bahri voudra bien offrir son brasa Madame Annita.8 Ġlginçtir ki, örnekte erkek için yazılan isim Bahri iken kadın için yabancı bir isimdir. Yine sofra muâĢeretinde, kadınlardan bahsedilirken her zaman yabancı oldukları varsayılmaktadır. Örneğin kadınlar ile konuĢurken madamın dilini bilmek gerektiğinden, bunun ise Fransızca ya da madamın bildiği dillerden herhangi biri olabileceği söylenmektedir.9

7
Usûl ve Âdâb-ı Muâşeret, Matbaa-i Askeriye, Ġstanbul, 1327/1910, s. 19.

8 “Mösyö Bahri lütfen kolunu Madam Annita‟ya takdim edecektir.”
Hasan Bahri, Centilmen: Âdâb-ı Muâşeret, Tevsi-i Tıbaat Matbaası, Ġstanbul 1328/1911, s. 21.

9 “Fransızca veya diğer bir lisan ile tekellüm zarureti hâsıl olacağından Ģayet Fransızcaya veya madamın bildiği diğer bir lisana kâfi derecede vakıf bulunmaz ise bile muhtasar sözler ile yalan yanlıĢ tekellüme gayret ve bu cihetle kadını eğlendirmeye sa‟y eylemek put gibi durmaktan elbette ehvendir. Zaten lisana aĢina olanlar dahi sofralarda uzun bahislere giriĢemezler.”
Usûl ve Âdâb-ı Muâşeret, s. 26.

Öte yandan, ev içi mekânının dönüĢümünün kıyafete göre daha kolay uyarlanabilir olması onun temsiliyet noktasında ikincil bir pozisyonda olduğu anlamına da gelmemektedir. YaĢam biçimi ve mentalitenin maddi kültür olarak en güzel yansımalarından biri olan ev ve ev içi mekân geç dönem Osmanlı‟da belli zümrelerde aĢikâr olan değiĢim ve dönüĢümün en önemli tezahürleridir. Hiç Ģüphesiz yüksek koltuklarda oturmak, masada yemek, alafranga usûlde misafir ağırlamak önceden aĢina olunmayan davranıĢ biçimlerini ve muâĢeret kurallarını ortaya çıkarmıĢ ve tüm bunlar yer minderlerinde oturan ve aynı tabağa kaĢık uzatan aile fertleri arasında belli bir mesafe ve hatta formalitenin oluĢmasına neden olmuĢtur. Bu değiĢim ve dönüĢümün en önemli yansıması ev olduğundan geç dönem Osmanlı âdâb-ı muâĢeret yazarları kitaplarında ev içi muâĢeretine oldukça ehemmiyet göstermiĢlerdir. Her ne kadar bu kitapların önemli bir kısmı idealize edilen Avrupa muâĢeretini yazsalar da, Ahmed Midhat, Amasyalı Ġbrahim Edhem ve Lütfü Simavi gibi bazıları Osmanlı toplumunda uygulanmakta olan pratiklere, yanlıĢ uygulamalara ve uyarlamalara da yer vermiĢtir.

Ev ile ilgili olarak muâĢeret yazarları taamlar, ziyafetler, viziteler, davetler, takdimler, içecekler, umumi sofralar, hane tanzimi, çay davetleri, suâre ve balolar, karvizitler, tütün ve sigara,
Geç Dönem Osmanlı Âdâb-ı Muâşeret Kitaplarında Hane Tanzimi ve Salon Âdâbı 2923

Turkish Studies

International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4, Fall, 2012

kumar, salon âdâbı, kahve âdâbı, tokalaĢma, dans gibi pek çok farklı baĢlık altında yazmıĢlardır. Ancak, ev ile ilgili muâĢeretin âdâb-ı muâĢeret yazarlarının tamamı için aynı derecede önemli olduğu düĢünülmemelidir. Bazıları eve dair tüm muâĢeret için birkaç satır ayırırken bazıları salon âdâbı, yemek âdâbı, çay daveti gibi ayrı ayrı konulara sayfalarca yer vermiĢtir. Bu bağlamda bazı yazarlar seçmece olarak bir ya da birkaç konuyu ele alırken, bazıları konuya bütüncül ve detaylı olarak yer vermiĢtir.

Ahmed Midhat‟tan önce yazan Resulzâde Hüseyin Hüsnü (1306/1889) ve Antakyalı Çençenzâde Hakkı (1307/1890) gibi yazarlar konuya oldukça basit olarak yaklaĢmıĢ ve sadece yeme içme âdâbından bahsetmekle yetinmiĢtir. Ġlki Fransızcadan, ikincisi Arapça ve Farsçadan tercüme edilen her iki kitabın da konuyu ele alıĢ biçimi ve metodolojisi oldukça benzerdir. MuâĢereti “Allah indinde ve insanlar arasında” olarak tanımlayan Resulzâde, genel olarak seküler etiket kurallarından bahsetse de “taamlar” baĢlığı altındaki yazısına “

Kablet-taam Cenab-ı Hakka hiç olmazsa zihnen kısaca bir şükür ve dua ediniz.” diyerek baĢlamaktadır.10 Sonraki bölümlerde ise havlunun nereye konulacağını, kaĢık, çatal ve bıçağın nasıl kullanılacağını ve yemek sırasında nasıl davranılması gerektiğini alafranga usûle uygun olarak yazan yazarın ilk cümlede geçen “hiç olmazsa” ve “zihnen” ifadeleri her ne kadar seküler bir hane anlayıĢına doğru yelken açılmıĢsa da dini söylemin henüz zihinlerden silinmediği ya da silinmek istenmediğinin bir göstergesi olarak okunabilir. Nitekim Arapça ve Farsça‟dan tercüme edilen Çençenzâde‟nin Zarafet’i, oldukça aĢikâr bir Ģekilde geleneksel ve dini bir terminoloji kullanmıĢtır. Ev ile ilgili olarak sadece yeme içme âdâbından bahseden yazar, Arapça terminolojiyi kullanarak tamamen geleneksel bir söylem benimsemiĢtir. Çençenzâde‟nin Zarafet’i mevcut literatür içerisinde el ile yemekten bahseden tek kitap olma özelliğine sahiptir.11

10
Resulzade Hüseyin Hüsnü, Nezaket ve Usûl-i Muâşeret: Kavâ’id-i Âdâb, Karabet ve Kasbar Matbaası, Ġstanbul, 1306/1889, s. 11.

11 “El ile yemek ve sağ elin üç parmağını istimal etmek lazımdır. Çatal ve bıçak istimalinde beis yoktur.”
Çençenzade Hakkı Antakyalı, Zarâfet, Kasbar Matbaası, Ġstanbul, 1890/1307, s. 9.

12
Mehmed Emin, Âdâb-ı Muâşeret Nasıl Hasıl Olur, Vilayet Matbaası, Aydın, 1321/1904, s. 73.

Alafranga âdâb-ı muâĢerete mesafeli ve eleĢtirel yaklaĢan Amasyalı Ġbrahim Edhem‟in Ģehir rehberi niteliğindeki Rehber-i Müsafirin ve Âdâb-ı Muâşeret’i (1316/1898) ve Mehmed Emin‟in muâĢereti ahlak ve terbiye esasında açıklayan Âdâb-ı Muâşeret Nasıl Hâsıl Olur (1321/1904) isimli kitabı ise ev ile ilgili muâĢeretten bahsetmemektedir. Mehmed Emin, yazdığı kitabın ecnebilerin sosyetesi hakkında olmadığını ve kendisinin yemeğin nasıl yenileceği, çatal ve bıçağın nasıl kullanılacağı, erkeklerin kadınlara nasıl davranacağı gibi tali meseleler ile ilgilenmediğini yazmaktadır.12 Ona göre bu gibi konular, âdât-ı kavmiyye olduğu için umumi âdâb-ı muâĢeret açısından önemsizdir.

Yukarıda zikredilen kitapların dıĢında, mevcut literatürün tamamına yakını ev ile ilgili olarak alafranga yaĢam biçimini tasvir etmiĢler ve gereklerini yazmıĢlardır. Bu konuda en kapsamlı ve detaylı kitaplar Ahmed Midhat‟ın Avrupa‟ya gidecek olan Osmanlı erkeğine rehber olarak kaleme aldığı
Avrupa Âdâb-ı Muâşereti Yahud Alafranga‟sı (1312/1894), Matbaa-i Askeriye tarafından hazırlanmıĢ olan (yazarı belirsiz) Usûl ve Âdâb-ı Muâşeret (1327/1910) ve Ahmed Cevad tarafından Fransızca‟dan hiçbir müdahale ve ilave olmaksızın aynen tercüme edilen Comtesse de Magallon‟un Rehber-i Muâşeret: Avrupa Âdâb-ı Muâşereti’dir (1328/1911). Hasan Bahri‟nin Centilmen: Âdâb-ı Muâşeret’i, M.ġ.‟nin Avrupa’da Merasim ve Âdât‟ı (1312/1894) ve Kadınlar Dünyası Matbaası tarafından basılan Alafranga Yaşamak Yolları (1331/1912-13) ise hacimce küçük olmalarına rağmen sınırlı sayfalarında alafranga usûle göre ev hayatını oldukça detaylı anlatan kitaplardır. 2924 Fatma TUNÇ YAŞAR

Turkish Studies

International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4, Fall, 2012

Hane Tanzimi



Avrupaî formların Osmanlı hanesinin mahrem dünyasına giriĢi, Avrupaî mobilyaların kullanılmaya baĢlanması, odaların yeniden organizasyonu ve iç dekorasyondaki değiĢikliklerde kendini göstermiĢtir. On dokuzuncu yüzyılın sonu itibariyle, alafranga mobilya kullanımının Ġstanbul‟un elit hanelerinde oldukça yaygın olduğunu söylemek mümkündür. Pek çok konakta geleneksel sedirlerin ve yatakların yerini çoktan Avrupaî koltuk takımları ve yatak odalarının aldığı görülmektedir. AvrupalılaĢma evin fiziksel özellikleriyle sınırlı değildir. On dokuzuncu yüzyıl Osmanlı elitinin evi, kadın ve erkek arasındaki katı ayırımı delen ilk arena olma özelliğine sahiptir. Osmanlı eliti ve aileleri geleneksel haremlik selamlık ayrımını ortadan kaldırarak kendi aralarında kadın ve erkekli olarak mahrem alanda görüĢme imkânına sahip olmuĢlardır.
13 Her ne kadar Osmanlı muâĢeret yazarları ev ile ilgili olarak öteki Avrupalının evini ve Avrupalı kadınları anlatmakta ısrar etse de on dokuzuncu yüzyılda Ġstanbul‟un elit aileleri, yakın ahbaplarını kadınlı erkekli çiftler olarak evlerinin selamlık bölümünde ziyaret etmeye baĢlamıĢtır.14 Ahmet Rasim bu durumu Ģöyle izah etmektedir: “Yılda birkaç defa Abdülhamid hükümeti kadınların sokaklarda yarı kırıtarak gezinmelerini, çarşaf ve peçelerini İslamlığın geleneklerine yakışmayacak şekilde giyip tutunmalarını, kadının ulu orta bir erkekle konuşup görüşmesini, tramvaylarda, vapurlarda erkekler tarafından görülmelerini önleyen engellerin daha çok sıkı altında bulundurularak kandil ve ramazan akşamları ve gecelerinde dolaşmaların önlenmesini, gezinti yerlerinde kafes arkasında oturmalarını, Beyoğlu’nda bazar ve Bonmarşe gibi dükkânlarda dolaşmalarını yasaklıyor, bu emre aykırı davrananların takip edilerek kimin kızı karısı yakını ise durumunun o kimseye bildirileceğini ilan ediyordu. Bu haller kadını kapalı temsillerde her çeşit utanç verici durumları seyr etmekte hür ve serbest, açık yerlerde genel ahlak kurallarına saygılı bulundurmak gibi bir zıtlık içinde bırakıyordu.15 Esenbel‟in ifade ettiği gibi, kamusal alan, Osmanlı elitinin modernleĢmesi ve BatılılaĢması için sınırlı imkânlara sahiptir ve Osmanlı hanesi terakki arzusunun hayat bulduğu aktif bir arenadır.16

13
Selçuk Esenbel, age, 2000, s. 20.

14
Selçuk Esenbel, “The Anguish of Civilized Behavior: The Use of Western Cultural Forms in the Everyday Lives of the Meiji Japanese and the Ottoman Turks During the Nineteenth Century”, Japan Review, 1994, Sayı. 5, s. 174.

15
Ahmet Rasim, Muharrir Bu Ya, Hikmet Dizdaroğlu, ed., MEB Yayınları, Ankara, 1969, s. 98.

16
Selçuk Esenbel, age, 1994, s. 174.

17
Ahmed Midhat Efendi, Avrupa Âdâb-ı Muâşereti Yahud Alafranga, Ġkdam Matbaası, Ġstanbul, 1312/1894, s. 274.

Dönemin gazete, dergi, anı ve seyahatname gibi kaynakları üzerinden bakıldığında ev içi mekânda değiĢimin oldukça hızlı olduğu görülmektedir. Ancak mevcut âdâb-ı muâĢeret literatürünün - Ahmed Midhat‟ınki hariç - Avrupaî tarzda hane tanziminin nasıl olması gerektiği konusunda yazmamıĢ olmaları ilginçtir. Birçok âdâb-ı muâĢeret yazarı için Avrupaî usûlde hane tertibi çok da gerekli bir Ģey değildir. Onlar için önemli olan, Avrupalıların evlerine ya da Avrupaî tarzdaki evlere giden ġarklıların ya da Osmanlı erkeklerinin orada baĢkalarına mahcup ya da rezil olmamak için bilmesi gereken âdâb-ı muâĢeret kurallarıdır. Öte yandan yazarların hane tanzimine ilgi göstermemesinin bir diğer nedeni de hane tanziminin daha çok kadınları ilgilendiren bir mesele olarak görülmesi ve muâĢeret yazarlarının da Osmanlı kadınını Avrupai yaĢam tarzından uzak tutma çabası olabilir. Nitekim kadınlar, âdâb-ı muâĢeret kitaplarının birçoğu tarafından doğrudan muhatap olarak kabul edilmemiĢtir.

Ahmed Midhat “hane tanzimi” bölümünü yazma gerekçesini “Avrupa‟da bulunanların familyalar içine vizitelere, ziyafetlere, suârelere, balolara gidebilmek sırası gelmiĢ olacağından....”
17 diyerek açıklamaktadır. Ona göre “Vakıa bizim şarklılarımızdan Avrupa’da bulunacak zevat için bir hane tanzimine lüzum görülmesi hakikaten istib’ad teshil edecektir. Geç Dönem Osmanlı Âdâb-ı Muâşeret Kitaplarında Hane Tanzimi ve Salon Âdâbı 2925

Turkish Studies

International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4, Fall, 2012

Bahusus ziyafetler, balolar verilecek surette vasi’ ve muntazam hane tanzim etmek ihtiyacı şarklılarımızdan bir milyonda bir kişinin yanından bile geçemez

.”18

18
Age, s. 274.

19
“Ancak Ģimdilerde biz dahi eski alaturka salonlarımızı nasılsa beğenmeyerek alafranga usûlde salon tanzim edeceğiz diye hayli hatalara düçar olmakta bulunduğumuzdan Avrupalıların hanelerini nasıl düzelttikleri hakkında velev muhtasaran olsun malumat peyda edecek olur isek kendi tanzimat-ı beytiyemiz hususunda biraz daha uyanık bulunuruz da hatalarımız dahi azalır”. Age, s. 274.

20
Age, s. 274-275.

21
Age, s. 293.

Öte yandan, Ahmed Midhat‟ın hane tanzimi ve dekorasyonu konusunu neden bu kadar detaylı ve komplike bir biçimde yazdığı sorusu akla gelmektedir. Kitabını bir anlamda alafranga hayat tarzının Ģarklılar tarafından yanlıĢ anlaĢılmasını engellemeye ve gerçek alafranga yaĢamın ne olduğunu anlatmaya adayan Ahmed Midhat, çevresinde alafranga usûl hane tanzimi konusunda yapılan hataları görmekte ve bu hataların düzeltilmesi için Avrupa‟da hane tanziminin gerçekte nasıl olduğu, hangi mobilyanın nerede kullanıldığı, tabloların ve resimlerin nerelere asıldığı konusunda detaylı bilgi vermektedir.19 Ahmed Midhat‟a göre alafranga usûlde hane tanzimine kalkıĢanların en fazla dikkat etmesi gereken husus eĢyaların doğru yerde ve amaçları doğrultusunda kullanılmasıdır. Nitekim Ahmed Midhat bizzat kendisi sokak kapısına en yakın yerde bulunması gereken askının salona kadar taĢındığına Ģahit olmuĢtur.20

Ahmed Midhat‟ın kitabında model olarak tasvir ettiği haneler küçük haneler ya da apartman dairesi olan orta halli evlerdir. Kendisi, Avrupa‟da müstakil bir haneye sahip olmanın çok kolay olmadığını, kendisinin de büyük konak ya da Ģato sahibi bir adamın evini henüz hayal edemediğini yazmaktadır. Avrupa‟ya giden ve Avrupa‟da cemiyet hayatına katılmak durumunda olanlar için yazdığı kitabında yine Avrupaî tarzda döĢenmiĢ ya da döĢenecek Osmanlı evinden değil, ġarklının herhangi bir vesile ile gideceği Avrupalının evinden bahsetmektedir.

Ahmed Midhat‟a göre “

Avrupa usûl-i mimariyesince bir haneye dâhil olan “adam” evvel bi evvel kendisini “vestibul” denilen yerde bulur.” Adam ifadesi her ne kadar genel geçer bir ifade olsa muhatabın her halükarda Osmanlı erkeği olduğu söylenebilir. Bundan sonraki bölümlerde ise Ahmed Midhat sırasıyla, tuvalet odası, salon (antiĢambr), budvar (boudoir ya da kadınların çalıĢma odası), kabin dü travay (erkek çalıĢma odası), küçük salon, yemekhane, yatak odalarından ve buralarda uyulması ve uygulanması gereken muâĢeretten bahsetmektedir. Ahmed Midhat da tıpkı Lütfü Simavi gibi yapılmaması gerekenleri ya da kaçınılması gerekenleri kendi gözlemi olan ya da baĢkalarından rivayet edilen hikayeler üzerinden anlatmaktadır. Örneğin, Avrupa‟da evin salon gibi göz önünde olan kısımlarını temizleyip süslediği halde yatak odası gibi gözden uzak mekânları dağınık ve pis bırakan kimselere “yarım kibar” dendiğini, salonu haddinden fazla gösteriĢli tanzim edip yatak odasını dağınık bırakanlara da “çeyrek kibar” dendiğini ifade etmektedir. Rivayete göre genç ve acemi kibarzadelerden birisi çeyrek sınıfına mensup güzel bir kadına âĢık olur. Terbiyesini ve zarafetini çok beğenir. Kadının salonu ve yemekhanesi gayet Ģıktır. Bir gün, bir Ģekilde kadının yatak odasına girer. Odayı o kadar karıĢık ve pis bulur ki, midesi bulanır. Ahmed Midhat‟a göre kibarzade aklını baĢına alır ve bu sefillerin zahiri olan parlaklıklarına emniyet etmemek gerektiğini idrak eder.21 Ahmed Midhat‟ın bu hikâyesi Avrupa‟nın çeyrek kibarını anlatmanın ötesinde aynı zamanda Osmanlı okuyucusu için kıssadan hisse niteliğindedir. Ahmed Midhat bir kez daha Avrupaî nezaketin yüzeysel ve Ģekilci olabildiğini okuyucuya hatırlatmaktadır.

Osmanlı âdâb-ı muâĢeret yazarlarının kıyafete nispetle hane tanzimi konusunda daha az müzakere ve uyarlamaya baĢvurdukları görülmektedir. Ancak pratikteki uygulamanın tamamen böyle olduğunu söylemek güçtür. Örneğin, Osmanlı aile üyeleri, bir arada yaĢamayı seven kolektif kültürün içinde yaĢamaktadırlar ve her ne kadar Avrupaî mobilyalar da kullansalar onları kendi yaĢam biçimlerine uygun Ģekilde evlerine yerleĢtirmektedirler. Modern koltuk ve sandalyelerin
2926 Fatma TUNÇ YAŞAR

Turkish Studies

International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4, Fall, 2012

tıpkı geleneksel sedirler gibi duvara dayanması bu anlayıĢın en güzel tezahürlerinden biridir.
22 Selçuk Esenbel bu türden uygulamaları ve uyarlamaları hata olarak değil kendileĢtirme ve eklektisizm olarak görmektedir.

22
Selçuk Esenbel, age, 2000, s. 28.

23
Esenbel, age, 1994, s. 174.

24
Age, s. 174.

25
Carel Bertram, Imagining the Turkish House: Collective Visions of Home, University of Texas Press, Austin, 2007, s. 30.

26
ReĢat Ekrem Koçu, “Ev,” Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Sayı. 4., Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Ġstanbul, 2003, s. 5402–5403.

27
Carel Bertram, age, s.30-31.

Selamlıkların Salona Dönüşmesi



Salon Fransızca bir kelime olup aynen Türkçe‟ye geçmiĢtir. Salon, eğlence ve misafirler için ailenin en prestijli statü sembolleri ile dekore edilmiĢ evin umuma açık odası olarak tanımlanabilir.
23 Osmanlı hanesinde Avrupai tarzda dekorasyon için en uygun mekân hiç Ģüphesiz salondur. Ancak salon tanzimi dikkatli bir organizasyon, iyi bir dekorasyon ve sunum gerektirmektedir. Tamamıyla alafranga usûle göre düzenlenmiĢ bir salonda, hazîrûnun da Avrupa âdâb-ı muâĢeretine uygun davranması bir zorunluluk olarak görülmektedir. Bu nedenle, aile üyeleri ve misafirler için salon bir anlamda gerginlik demektir. Ayata‟nın da iĢaret ettiği gibi salon bugün bile aile üyeleri ve misafirler için en güzel Ģekilde davranmanın, düzgün giyinmenin ve Avrupalı gibi düĢünme mecburiyetinin olduğu bir psikolojik gerilim alanıdır.24 Osmanlı muâĢeret yazarları, salon âdâbını detaylı fakat anlaĢılabilir bir üslûpla anlatarak ve okuyucuya bazı müĢkül durumlarla ilgili hayat kurtarıcı ipuçları vererek – nasıl davranmanız gerektiğini bilmiyorsanız etrafınızdakilere bakın gibi - bu tansiyonu azaltmaya çalıĢmıĢlardır.

On dokuzuncu yüzyılda salon birçok elit Osmanlı ailesi için yeni bir kavramdır. Önceki dönemlerde, Osmanlı evlerinin selamlık bölümü büyük ölçüde salon ihtiyacını karĢılamaktadır. Evdeki erkeklerin iĢ ve sosyal iliĢkiler için aile dıĢındaki diğer erkekler ile bir araya geldiği “selamlık” kelime olarak karĢılama alanı anlamına gelmektedir. Kadı, vali, vezir gibi birçok üst düzey hükümet görevlisi ile Ģehrin zenginleri iĢlerini büyük evlerinin ya da konaklarının selamlık bölümünde görmektedirler. Bu fonksiyonundan dolayı büyük konakların istisnasız hepsinde selamlık mevcuttur.
25 Ceride-i Havadis‟te (1276/1859-60) Ġstanbul‟da satılık veya kiralık ev reklamlarında evler farklı ebatlardaki haremlik ve selamlıklarıyla tasvir edilmektedirler.26

Avrupaî tarzın benimsenmesiyle birlikte, Osmanlı hanesinde erkeklere ait mekân olarak tanımlanan selamlıklar yavaĢ yavaĢ Avrupai salonlara dönüĢmeye baĢlamıĢtır. Yirminci yüzyılın baĢında
Mehasin gibi pek çok kadın dergisi selamlıkların kadın ve erkeğin birlikte rahatça ağırlanabildiği alafranga salonlara dönüĢmesi gerektiğini yazmaktadırlar. Öte yandan Osmanlı selamlığının alafranga usûl salona dönüĢmesi kendi içerisinde bazı çeliĢkiler barındırmaktadır. Sıradan evlerde mümkün olmamakla birlikte Osmanlı konaklarında, yalılarda ve büyük evlerde bulunan harem ve selamlık, kadın ve erkek yaĢam alanlarının ayrıĢmasından ziyade mahrem olan ile umuma açık olanın mekânsal olarak ayrıĢması demekti. Bu anlamda erkek alanı olarak tanımlanan selamlık, evin kamuya açılan penceresi iken kelime olarak korunmuĢ anlamına gelen harem sokağın kamusallığından korunmuĢ alandı. Fakat harem, sadece hanenin kadın ve çocuklarına ait olan bir mekân değildi, harem aslında aileye ait olan alandı. Ancak haremde aile efradı dıĢında herhangi bir kadın ziyaretçi bulunursa aileden ergenliğini tamamlamıĢ olan bir erkeğin bulunmasına müsaade edilmemekteydi.27

Öte yandan Avrupaî anlamda salon, en üst hiyerarĢide ev sahibesinin yer aldığı mekânsal bir örgütlenmedir. Selamlık gibi evin kamuya açık mekânı olmakla birlikte selamlığın aksine bu
Geç Dönem Osmanlı Âdâb-ı Muâşeret Kitaplarında Hane Tanzimi ve Salon Âdâbı 2927

Turkish Studies

International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4, Fall, 2012

mekânın her Ģeyiyle patronu ev sahibesidir. Bu anlamda Osmanlı hanelerinde selamlığın salona dönüĢme süreci pek de kolay olmamıĢtır. Çünkü bu süreç belli bir mekânın fiziksel olarak yeniden organize edilmesi ve düzenlenmesinin ötesinde, sadece kadın misafirlerin ağırlandığı haremin patronu olan Osmanlı kadınına her iki cinsin birlikte ağırlandığı ve alıĢılmıĢın dıĢında yeni aktivitelere ev sahipliği yapan bir mekânın sorumluluğunu vererek onu tamamen yabancı olduğu bir konuma taĢımaktaydı. Ancak bu karmaĢık ve zorlu süreci, muâĢeret kitapları üzerinden okuyabilmek ve analiz etmek maalesef mümkün gözükmemektedir.
Hanımlara Mahsus Gazete, Hanımlar, Demet, Mehasin gibi dönemin süreli yayınları Osmanlı kadınının bu yeni vazifesini kimi zaman sorgulayan kimi zaman da bu yeni vazifesinde ona yardımcı olmayı amaçlayan çok sayıda makale yayınlasalar da muâĢeret yazarları bu konuda sessiz kalmayı tercih etmiĢlerdir.

Daha önceden de zikredildiği gibi Osmanlı âdâb-ı muâĢeret yazarlarının Osmanlı hanesi ve kadını hakkında sessiz kalmasının nedeni olarak hane tanzimi ve kadınlara ait muâĢeret meselesinin içinden çıkılamayacak kadar karmaĢık olduğunun düĢünülmesi, konunun yazarlar tarafından yeterince bilinmiyor olması, kadınlar için değiĢimin bazı kesimlerce istenmemesi, yeterli kaynak olmaması gibi çok sayıda ve birbirinden farklı gerekçeler öne sürülmüĢtür. ĠĢte bu noktada, istisnalar olmakla birlikte salon âdâbı da, salonun sorumlusu olan kadın perspektifinden değil, yabancı kadınların ya da alafranga usûlü benimsemiĢ öteki kadınların salonlarına Ģu ya da bu sebeple dahil olacak olan Osmanlı erkeğinin perspektifinden yazılmıĢtır.


Salon Tanzimi



Hâlihazırda elimizde bulunan muâĢeret literatüründe salon adâbına dair tatmin edici olmamakla birlikte epeyce malzeme bulunmaktadır. Salon tanzimi konusunda ise sadece Ahmed Midhat‟ın kitabında detaylı bir tasvir bulunmaktadır. Ancak dönemin gerek süreli yayınları ve gerek romanları alafranga usûlde hane ve bilhassa salon tanziminin belli bir zümre içerisinde gittikçe yaygınlaĢtığını göstermektedir. Hanımlara Mahsus Gazete‟de imzasız olarak yayımlanan bir yazıda alafrangayı geliĢi güzel taklit eden bazı ailelerin salonlara haddinden fazla ehemmiyet gösterdiği ve salon tezyinatı konusunda adeta birbirleriyle yarıĢtıkları ifade edilmektedir. Hanenin aile hayatı için vazgeçilmez olduğunun vurgulandığı yazıda, alafranga hane ve salon tanzimi konusunda mütedeyyin ancak ilginç bir yol benimsenmiĢtir. Yazıya göre hane tanziminde ne fazla gösteriĢli ne de pek sade bir yol benimsenmelidir. Öte yandan ev, evin maiĢetini kazanan erkek için yeterince çekici olmak zorundadır. Aksi takdirde birçok erkek evini bırakıp akĢam yemeğini sırf daha gösteriĢli olduğu için Beyoğlu gibi semtlerde bulunan Frenk usûlü lokanta ve gazinolarda yemekte ve ailesiyle geçirmesi gereken vakti buralarda harcamaktadır. Yazıya göre aile saadeti için alafranga usûlde hane ve salon tezyin etmekte hiçbir beis yoktur.
28

28
“Alafrangaya geliĢigüzel ittibâ‟ eden ailelelerimizde salonlara epeyce ehemmiyet verildiği kabil-i inkar değildir ve salonların rekabetkârâne süslenip bezenmesi de vaki‟ olmamıĢ Ģeylerden sayılamaz. Bir takımı bunu da fazla görüyor. Salonların Frenklere yani kaçgöç olmayan ve kadınlı erkekli misafir ve ziyaret kabul eden ailelere daha ziyade yakıĢtığını söyleyenleri de iĢitip dinliyoruz. ġu muhtelif fikirleri ve mütalaaları derpîĢ eden ve bunları muhakeme eyleyenlerden de bazı sözler iĢitiyoruz ve haklı buluyoruz. Ne alafrangayı daimen taklide heveskar olan ve ne de ihtiyacat-ı medeniyye ve zamaneyi redd ve inkar eden efkar-ı mutedile ashabının öğütleri bizce Ģayan-ı imtisaldir. ” Arzu ġeyda, Hanımlara Mahsus Gazete, 101-200, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi, 2003, s. 142-143.

Öte yandan alafranga salon hayatının kaç-göç olmayan Frenklere ya da kadınlı erkekli misafir ve ziyaretçi kabul eden ailelere yakıĢtığı söylenerek Avrupaî salon hayatı yerilmektedir. Bu da dönemin pek çok entelektüelinin de savunduğu maddi kültür ile yaĢam tarzının ayrıĢabileceği yönündeki düĢüncenin bir yansıması olarak gözükmektedir. Nitekim Comtesse de Magallon‟un kitabını Fransızcadan tercüme ettirerek yayımlayan NaĢir Ġbrahim Hilmi bu ayrımı Ģöyle açıklamaktadır: “Bu kitap bence pek mühimdir. Bununla beraber bu eseri neşr etmekle garb 2928 Fatma TUNÇ YAŞAR

Turkish Studies

International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4, Fall, 2012

muâşeretini terbiyemize dahil ederek siz de böyle olun demek istemiyorum. Yalnız onların âdâb-ı muâşeretini öğreniniz de ihtilat ettiğiniz zaman yabancı kalmayarak kendinizi sevdiriniz.”

29

29
Ġbrahim Hilmi, “Ġfade-i NaĢir: YaĢamayı Bilmek”, Rehber-i Muâşeret: Avrupa Âdâb-ı Muâşereti, Comtesse De Magallon, Çev. Ahmed Cevad, Kütüphane-i Ġslam ve Askeri, Artin Asaduryan ve Mahdumları Matbaası, 1328, s. 3.

30
Ahmed Midhat, age, s. 275.

31
Age, s. 276.

32
Age, s. 276.

Ahmed Midhat‟ın da alafranga hane ve salon tanzimini detaylı bir Ģekilde anlatırken “alafranga salon hayatı”nı Osmanlı ailesine benimsetmek gibi bir misyona sahip olduğunu söylemek güçtür. Nitekim Ahmed Midhat sadece yazdığı muâĢeret kitabında değil, birçok eserinde ahlaki prensipler ve aile hayatı gibi moral değerler konusunda ġarklı olarak kalmayı savunmuĢ ancak zamanın gereği olarak terakki için Avrupa medeniyetinin bilinmesinin ve tanınmasının zorunluluğuna dikkat çekmiĢtir. Hane tanzimi konusunda yazmasının en önemli nedeni Avrupalı familyalara dahil olacak olan Osmanlı erkeğinin duruma yabancılık çekmemesi ve geliĢigüzel alafranga ev tezyinatına kalkıĢanlara doğrusunun gösterilmesidir.

Ahmed Midhat‟ın tasvirlerinden anlaĢıldığı üzere ev içerisinde en fazla ihtimam gösterilen ve hiyerarĢi esasına göre organizasyonu ve dekorasyonu yapılan mekân salondur. ġöminenin sağ tarafına yerleĢtirilen koltuk her zaman ev sahibesine aittir. Valideler ve kayınvalidelere teklif olunsa dahi bu koltukta oturma hakkı onlara verilmemiĢtir. Koltuğun karĢısına en muteber kanepe konmaktadır ve bu da madamın en muteber misafiri içindir.
30 Bunlardan baĢka salonun farklı yerlerinde kanepeler ve koltuklar bulunmaktadır. Alafranga usûle göre döĢenmiĢ bir salonun en vazgeçilmez mobilyası salonun orta yerindeki büyük masadır. Bu masanın üzerine ya da madamın koltuğuna yakın diğer masalardan birinin üzerine yeni çıkmıĢ olan kitaplardan bazıları, edebi mecmuaların son nüshaları ve o günkü gazeteler konulmaktadır. Bunun yanında masalardan birinin üzerine de altın ya da gümüĢten yapılmıĢ kupa, tabak ve sepet ya da ağaçtan oyma ve sazdan örme gibi gayet zarif sepet gibi bir Ģey içine veya hiç olmazsa maden tabağa en muteber misafirlerin bırakmıĢ oldukları vizite kâğıtları konulmaktadır. Ahmed Midhat önceden bunların “İşte bize böyle muteber zevat vizite verirler.” anlamında çerçevelettirilerek duvara asıldığını yazmaktadır.31 Aslında tabak içerisine koymak daha ince bir davranıĢ gibi gözükmekle beraber her iki uygulamanın da misafire benzer bir mesaj verdiği söylenebilir. Burada dikkati çeken önemli bir husus da sürekli olarak “muteber” ifadesinin vurgulanmasıdır. AnlaĢılan o ki, sıradan ziyaretçilerin kartları bu kaseler içerisinde yer almıyordu.

Salon tanzimini belirleyen bir diğer husus ise salonun teĢhire açık bir kamu alanı olarak telakki edilmesidir. Bu nedenle muâĢeret yazarlarına göre “salona uzanmak üzere rahat kanepeler konulmamalıdır, salonun duvarlarına aileye ait fotoğraflar asılmamalıdır, salonda sadece en nefis kare kalem, suluboya ya da yağlı boya tabloları yer alabilir.” Yine burada sıfat olarak kullanılan “en nefis” ifadesi hiyerarĢik bir sıralama ve seçkinliğe dikkati çekmektedir. Evin erkeğinin iĢ odası yoksa kütüphane salona yerleĢtirilebilir fakat yazıhane kesinlikle buraya konulmamalıdır. Alafranga salonların tezyininde önemli hususlardan biri de tenvirattır. Ahmed Midhat‟a göre salonda aydınlatma aracı ne kadar çeĢitli olursa o kadar kibarlığa delalet eder.
32 Dönemin en güzel aydınlatma gereçleri ise Ģamdanlar, avizeler ve lambalardır. Avrupalılar lambalar üzerine rengârenk abajurlar koymaktadır. Kısaca salonlar her türlü gösteriĢi mubah kılan, hane sahibinin statüsünün ve varlığının teĢhir edildiği antikacı mağazası gibi bir çeĢit sergi alanıdır.

Ahmed Midhat‟ın kitabı ve dönemin süreli yayınlarındaki alafranga salon dekorasyonuna dair pek çok detaylı tasvire rağmen, Avrupaî usûlle tanıĢan Osmanlı konaklarında pek çok farklı uygulama da ortaya çıkmıĢtır. Bunlar arasında kapının yanında yer alması gereken askılığın ya da vestiyerin salona yerleĢtirilmesi, çalıĢma odasında yer alması gereken yazı masasının süs eĢyası
Geç Dönem Osmanlı Âdâb-ı Muâşeret Kitaplarında Hane Tanzimi ve Salon Âdâbı 2929

Turkish Studies

International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4, Fall, 2012

olarak salona taĢınması, iki kapak arasında albümlerde yer alması gereken aile fotoğraflarının salonun duvarlarına asılması ve Avrupa‟da konsolun üstüne konan aynanın komidinin üstüne konması gibi pek çok uygulama sayılabilir. Görünen o ki, alafranga usûl salon tertibine heveslenen bazıları kullanım amaçları ne olursa olsun Avrupaî olan her türlü objeyi evin en görünür kısmı olan salona yerleĢtirmektedir.

Ahmed Midhat bu uygulamaları alafranganın ne olduğunu bilmemekten kaynaklanan bir hata olarak görmektedir. Nitekim kıyafet, eğlence gibi diğer hususlarda da Ahmed Midhat Avrupa âdâb-ı muâĢeretinin Ģark usûlüne uyarlanmasından ziyade ahlaka ve örfe uygun olanları benimsemekten, uygun olmayanları ise tamamen reddetmekten yanadır. Ona göre Avrupa âdâb-ı muâĢeretinin bazıları Osmanlı toplumuna uygundur ve alınabilir; kumar ve düello gibi bazıları ise doğu ahlakına aykırıdır kesinlikle alınmamalıdır. Öte yandan Lütfü Simavi seçmecilikle beraber gerekli gördüğü durumlarda kendince uyarlamalar yapmıĢtır. Lütfü Simavi, dekorasyon konusunda olmasa bile salonda uygulanacak adâb ve kıyafet konusunda Frenk muâĢeretini kendi gelenekleri doğrultusunda uyarlamakta beis görmemiĢtir. Örneğin Avrupa‟da hükümdarın karĢısında dahi önü açık olarak giyilen redingotun Osmanlı‟da büyük zevatın huzurunda iliklenmesi gerektiğini ifade etmiĢtir.

33

33
Lütfü Simavi, Teşrîfât ve Âdâb-ı Muâşeret, Matbaa-i Ġctihad, Ġstanbul, 1329, s. 15.

34
Roman, ilk olarak 1898‟de Servet-i Fünûn dergisinde yayınlanmıĢ ancak sansür nedeniyle kitap olarak basılamamıĢtır. II. MeĢrutiyet‟ten sonra 1912‟de kitap olarak basılmıĢtır. Romanda, salon hayatı, BatılılaĢma, ev ve toplumsal hayatta yaĢanan değiĢim ve dönüĢüm, Beyoğlu ve çevresinin alafranga yaĢam biçimi konu edilmektedir. Bkz. Safveti Ziya, Salon Köşelerinde, Türkiye ĠĢ Bankası Yayınları, Ġstanbul, 2009.

35
Usûl ve Âdâb-ı Muâşeret, s. 27.

Salona Ait Muâşeret Esasları



Cemiyete dâhil olacak Osmanlı erkeği için salon âdâbı en müĢkül alanlardan biridir. Salonda uyulması gereken kurallar o kadar fazladır ki, daha önceden cemiyete aĢina olmayanlar için muâĢerete uygun davranmak oldukça zordur. Dönemin gazete, dergi ve romanlarında “salon hayatı”, “salon kadını”, “salon erkeği” gibi tanımlamalar üzerinden salon merkezli yeni yaĢam tarzı farklı Ģekillerde ele alınmıĢtır. KaĢif Dehri‟nin (Hüseyin Kamil) Fransızca‟dan tercüme ettiği, kadın zarafetini konu alan
Salon Hayatı: Zarafet-i Nisvan isimli kitabı ve 1926 yılında Âdâb-ı Muâşeret Hasbihalleri isimli muâĢeret kitabının yazarı olan Safveti Ziya‟nın 1912 yılında yayımlanan ve salon hayatını anlatan romanı Salon Köşelerinde34 bunlardan sadece ikisidir.

Salon hayatının en önemli özelliği kadın ve erkeklerin birlikte aynı mekânı paylaĢmasıdır. Bu durum Avrupalı erkeklerin aĢina olduğu bir durum olsa da pek çok Osmanlı erkeği için çok da alıĢılmıĢ bir durum değildir. Matbaa-i Askeriye tarafından Osmanlı askeri zümresi için hazırlanan
Usûl ve Âdâb-ı Muâşeret‟de asıl terbiye ve medeniyetin kadınlarla salonda yapılan sohbet sırasında belli olacağı söylenmekte ve zabitanı kadınlarla sohbete alıĢtırmak ve teĢvik etmek için Ģu sözler söylenmektedir: “Kadınlar ile konuşmaya alışmamış olanlar bittabi sıkılırlar ve kadınları da sıkarlar. Ama kibar kadınlar böyle “mondain” olmayan yani cemiyetlere gitmeye alışkın bulunmayan erkeklere teşci’ edip musahabete alıştırmaya gayret ederler. Asla istihza nedir bilmezler ve son zamanlarda umûmen mazhar-ı tevcih olan Osmanlı zabitanına pek çok iltifat ederler. Ve mahcubiyeti muceb harekatı görmemezliğe gelirler.35

Misafir için salon âdâbı, evin kapısından girip haneden ayrılıncaya kadar geçen zamanda gerçekleĢen davranıĢ kalıplarını kapsamaktadır. Salona ait muâĢeret kuralları, salonda gerçekleĢtirilen etkinliğe göre – viziteler, balo, suâre ve ziyafetler gibi – belirlenmektedir.
Avrupa’da Merasim ve Adât‟ın yazarı M.ġ‟ye göre salon muâĢeretinin ilk esası pardösü, Ģapka ve Ģemsiye ile salona girilmemesidir. Ayrıca, salona girer girmez teklifsiz ve en özel yere 2930 Fatma TUNÇ YAŞAR

Turkish Studies

International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4, Fall, 2012

oturulmamalıdır. Salonda kiĢinin duruĢu da çok önemlidir “Ne pek barid (soğuk) ne de ziyade münbasit (Ģen Ģakrak) görünmeyip mutedil” olunmalıdır.36


36
Avrupa’da Merasim ve Âdât, Çev. M. ġ., Kasbar Matbaası, Ġstanbul, 1312/1894, s. 11.

37
Comtesse De Magallon, age, s. 15.

38
Age, s. 17.

39
Ahmed Midhat, age, s. 231.

40
Age, s. 232.

41
Lütfü Simavi, Teşrîfât ve Âdâb-ı Muâşeret, Matba‟a-i Ġctihad, Ġstanbul, 1329/1914, s. 14.

42
Comtesse De Magallon, age, s. 14.

43
Lütfü Simavi, age, s. 12.

44
Ahmed Midhat, age, s. 250.

45
Çençenzade Hakkı Antakyalı, age, s. 9.

46
Lütfü Simavi, age, s. 12.

47
Ahmed Midhat, age, s. 132.

Salona girildiğinde ilk selam verilecek kiĢi ev sahibesi sonra ise ev sahibidir. Çıkarken de ilk onlardan izin alınmalıdır. Eğer giren kadın ise bütün erkekler ayağa kalkmalı ve kadın oturuncaya kadar ayakta kalmalıdırlar. Kadınlar ise oturdukları yerden selama mukabele edebilirler.
37 Askerler ise salonda da bulunsalar rütbelererine göre askerce selam verirler.38 Askerler gerek kendisinden küçüğüne ve gerek büyüğüne selam vermek için sağ elini sağ Ģakağına götürürler. Elini Ģakağında tutma süresi selam verdiği askerin rütbesiyle doğru orantılıdır.39 Ġki kiĢinin birbirine selam verebilmesi için öncelikle kendilerinin daha önceden tanıĢtırılmıĢ yani birisi tarafından birbirlerine takdim edilmiĢ olması gerekmektedir.

Birbirini tanıyan iki kiĢinin bir salonda ya da baĢka bir mekânda karĢılaĢması durumunda önce kimin selam vereceği mevcut literatürde tartıĢmalı bir konudur. Ahmed Midhat ve Lütfü Simavi, selam hususunda gerek salonda ve gerek sokakta kendi toplumlarındaki uygulamanın Avrupa âdâb-ı muâĢeretinden farklı olduğunun altını çizmektedirler. Ahmed Midhat‟a göre askeri zümre hariç Osmanlı toplumunda büyükler selamı vermekte ve küçükler kabul etmektedirler.
40 Ahmed Midhat‟tan yaklaĢık on yıl sonra yazan Lütfü Simavi de Osmanlı toplumunda Ģimdiye kadar büyüğün selam vererek küçüğe iltifat ettiğini ancak yeni âdâb-ı muâĢeretin benimsenmesiyle birlikte selamlama usûlünün karıĢtığını ifade etmektedir.41 Nitekim Avrupa muâĢeretinde temel kural küçüğün büyüğe selam vermesidir. Comtesse de Magallon‟a göre her zaman hiyerarĢide daha aĢağıda olan daha üstte olana önce selam verir. Bu nedenle de daima erkek kadına selam verir.42 Kadın ve erkeğin sokakta karĢılaĢtıklarında selamlaĢması konusunda da hem Osmanlı ile Avrupa arasında hem de Avrupa‟nın farklı ülkelerinde farklı uygulamaların olduğu görülmektedir.

Musafaha yani tokalaĢma konusunda Avrupa ile Osmanlı kültürü arasında fark yoktur. El uzatma hususunda öncelik her zaman büyüğe aittir. Büyük bir kiĢinin mevki itibariyle küçük bir kimse ile el sıkıĢması ona karĢı bir iltifattır. Ancak bu nezaketi beklemeyerek küçüğün büyüğe el uzatması terbiyeye aykırı bir davranıĢtır.
43 Avrupa âdâb-ı muâĢeretinde küçük büyüğe selam verir ancak el uzatamaz.44 Çençenzâde‟ye göre Büyüğünden evvel el uzatmak kıllet-i edebe ve hıffet-i akla delildir.”45 Esas olan hiyerarĢik olarak büyüğün küçüğe el uzatmasıdır. Her durumda hiyerarĢinin en üstünde kabul edilen kadınlar el uzatmadan kendilerine el uzatılamaz.46

Salonda dikkat edilmesi gereken hususlardan birisi de takdim meselesidir. Ahmed Midhat prezantasyonu “
Bilinmedik bir adamı muarefe ve münasebet peyda etmek istediği zevata takdim ve tavsiye ve tarif etmeye dahi prezante derler.” diyerek tanımlamaktadır.47 Bilinmesi gereken ilk kural, aralarında aĢinalık bulunmayan kimseleri tanıĢtırma vazifesi ev sahibesine aittir ve her zaman yaĢça, mevkice ve rütbece daha aĢağı olan daha büyük olana takdim edilir. Eğer tanıĢtırılacak olan kimselerden biri kadın diğeri erkek olursa her zaman erkeğin ismi önce söylenerek kadına takdim olunur. Hilafet ve hükümdar ailelerine mensup prensler ile en yüksek Geç Dönem Osmanlı Âdâb-ı Muâşeret Kitaplarında Hane Tanzimi ve Salon Âdâbı 2931

Turkish Studies

International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4, Fall, 2012

mevkide bulunan erkekler dahi kadınlara takdim edilirler.
48 Hane sahibesi salona giren erkek ve kadını ayrı ayrı birbirine takdim etmez, son gelenin ismini söyleyerek salondakilere tanıtır ve sonra kendisine bir yer gösterir.49 Eğer salona giren kimseyi ev sahibesi de tanımıyorsa kiĢi, hizmetçi vasıtasıyla kendisini tanıĢtırır ya da doğrundan ismini söyler.50 Büyükçe bir toplulukta hane sahibi ve sahibesi misafirler ile meĢgul ise takdim hususunu ihmal edebilir. YaĢça ve mevki itibariyle küçük olanlar bu durumda dostları vasıtasıyla kendilerini hanımlara ve daha yaĢlı kimselere takdim ettirmelidirler.51

48
Lütfü Simavi, age, s. 15.

49
Comtesse De Magallon, age, s. 17.

50
Age, s. 17-18.

51
Lütfü Simavi, age, s. 13.

52
Ahmed Midhat, age, s. 220.

53
Age, s. 221.

54
Age, s. 223.

55
Age, s. 227.

56
Usûl ve Âdâb-ı Muâşeret, s. 26-27.

57
Hasan Bahri, age, s. 18-19.

58
Usûl ve Âdâb-ı Muâşeret, s. 27.

Ahmed Midhat‟a göre takdim oldukça karmaĢık ve müĢkül bir meseledir. Öncelikle iki kimseyi birbirine takdim etmek demek bunların birbirlerini tanımaya layık olduklarına kefil olmak demektir.52 Bu nedenle takdim sorumluluk gerektiren bir vazifedir. Ahmed Midhat‟a göre mevkice küçük olan büyük olana, yaĢça küçük olan büyük olana ve mertebe-i medeniyece küçük olan da büyük olana takdim edilir. Mertebe-i medeniyeden neyin kastedildiği açıklanmamıĢ olmakla birlikte kiĢinin cemiyet hayatında edindiği yer veya bir nevi kibarlık ölçütü olduğu düĢünülebilir. Ahmed Midhad‟a göre iki kimse yaĢça ve mevkice birbirlerine çok yakın ise büyüklük küçüklük mertebe-i medeniyede aranır. Fakat Ahmed Midhat‟a göre bütün bu kıyaslama ölçütlerinden önce tanıĢtırılacak olan kimselerin namus, vakar ve haysiyet cihetinden tanıĢma ve münasebet için birbirlerine uygun olmaları gerekmektedir.53 Ahmed Midhat, tanıĢtırma sorumluğunu üstlenecek olan kiĢinin iki kiĢiyi tanıĢtırmadan önce büyük olana “Müsaade buyurun size filanı takdim edeyim.” demesini de tavsiye etmektedir.54

Bazı durumlarda büyükler ilmi, edebi, kalemi, sınaî istidat sahibi gençlerin kendilerine takdimini isteyebilirler. Kadın hiçbir Ģekilde bir erkeğe takdim olunmayacağından bir kadın hiçbir erkeğe kendisini takdim ettirmeyi ya da hiçbir erkeğin kendisine takdim edilmesini talep edemez. Kadına takdim olunmayı erkek istemelidir. Bunun nedeni ise mevcut hiyerarĢide kadının daima en üstte yer almasıdır. Ayrıca, kadının baĢka bir erkeği kocasına takdim etmesi uygun görülmez ve yine genç kızlara erkekleri baĢkalarına takdim etme vazifesi verilmez. Bir genç kız babasına dahi hiçbir erkeği takdim edemez.
55 Görüldüğü üzere Ahmed Midhat‟ın Madam Louise D‟alq‟ın kitabına referanslarla hazırladığı takdim bölümü diğerlerine göre çok daha tafsilatlı fakat okuyucu için bir o kadar karmaĢıktır. Onu diğerlerinden ayıran en önemli husus ise hemen herkes tarafından kabul edilen formel hiyerarĢik normlara (yaĢ, cinsiyet, rütbe gibi) namus, haysiyet ve vakar gibi ahlaki normları da dahil etmiĢ olmasıdır.

Salonla ilgili olarak uyulması gereken kurallardan birisi de salonda sigara içilmemesidir.
Usûl ve Âdâb-ı Muâşeret‟e göre Fransızlar kahve ve sigarayı sofrada içmeyi severler. Ġngilizler ise kadınlar sofradan kalktıktan sonra sigara içmek üzere sofrada kalır. Ancak kibar toplantılarda ve büyük ziyafetlerde kahve salonda, sigara ise “fumoir” denilen ayrı odalarda içilir.56 Sigara ile ilgili muâĢereti “sigara” baĢlığı altında açıklayan Hasan Bahri‟ye göre fumoir denilen oda sadece sigara içmek için tahsis olunmuĢ olup hemen salonun yanındaki odadır.57 Kadınların ise sigara odasına gelmeleri kesinlikle caiz değildir.58 2932 Fatma TUNÇ YAŞAR

Turkish Studies

International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4, Fall, 2012

Salon âdâbını belirleyen en temel unsurlardan birisi ise bireyler arası mesafenin ve mahremiyetin korunmasıdır. Salonda yapılacak konuĢmaların üslup ve mahiyeti muâĢeret kitaplarında “mükâleme” baĢlığı altında detaylıca açıklanmıĢtır. Mükâlemeyi belirleyen en önemli unsur ise salonun ev içerisinde yer almakla birlikte mahrem alan olarak kabul edilmemesidir. Bu nedenle, salon muâĢereti ile ilgili en önemli tavsiyelerden biri “kiĢinin kendisinden fazla bahsetmemesidir.”
59 Öyle ki, salonda kiĢinin sevmediği biri bile olsa kesinlikle husumetini belli etmemeli, kendisine hürmette kusur edilirse hoĢnutsuzluğunu göstermemeli, yakın bir ahbabı bile olsa mesafeli olmalı, mümkün olduğunca az öksürmeli, hastalıktan veya baĢına gelen felaketten bahsetmemelidir. Özetle salon hayatına dahil olan kimse her türlü Ģahsi meselesini bir tarafa bırakarak dozunda eğlenceli, mesafeli, mantıklı ve soğukkanlı olmalıdır. Salon âdâbına uymamanın cezası bir daha kimsenin salonuna davet edilmemektir ki, bu kibar cemiyetlerde çok ağır bir cezadır. Usûl ve Âdâb-ı Muâşeret’de içip sarhoĢ olan bir zabitin bir daha hiç bir salona davet edilmeyeceği söylenmektedir.60

59
M. ġ., age, s. 11.

60
Usûl ve Âdâb-ı Muâşeret, s. 26.

61
Age, s. 38.

62
Age, s. 38.

63
Alafranga Yaşamak Yolları, Kadınlar Dünyası Külliyatından, Kadınlar Dünyası Matbaası, Ġstanbul: 1331/1912-13, s. 2-3.

64
Hasan Bahri‟ye göre “En nefis ve güzel kartdöviztler ve davetnameler Bab-ı Ali Caddesinde “Ġtimad” kütüphanesi tarafından tabettirilmektedir.

Viziteler ve Kartvizitler



Geç dönem Osmanlı âdâb-ı muâĢeret kitaplarında yazılanların aynen uygulandığını varsayarsak, orta halli kibar bir beyefendinin ya da hanımefendinin vaktinin önemli bir kısmının viziteler ve vizite kabulleri ile geçtiğini söylenebilir.
Usûl ve Âdâb-ı Muâşeret‟e göre hayat-ı içtimaiyenin esası dostluk ve güzel muâĢerettir. Bunun esası ise Ģüphesiz bir vezaif-i medeniye olan vizitelerdir.61 Vizite için yılbaĢı, kutlama gibi pek çok nedenin yanında çok sayıda da iade vizitesi gerektiren durum da söz konusudur. Usûl ve Âdâb-ı Muâşeret‟e göre mecburi viziteleri ihmal etmek merdümgirizlik (toplum içine karıĢmaktan çekinme) sayılmaktadır.62

Usûl ve Âdâb-ı Muâşeret

‟e göre mecburi viziteler yılbaĢı, bayram, rütbe ve memuriyet tebriği için yapılan viziteler, ilk defa viziteye gelen kiĢiye bir hafta içerisinde iade vizitesi, hanesinde taam edilmiĢ ya da ziyafete gidilmiĢ kimselere vizite de digestion ya da hazm vizitesi, taziye vizitesi, teĢekkür vizitesi, veda vizitesi ve hasta ziyareti için vizitedir. Alafranga Yaşamak Yolları‟nda resmi ziyaretler Ģehre vusûlde, yılbaĢında ve hareket esnasında olmak üzere üçe ayrılmaktadır.63

On dokuzuncu yüzyıl sonu sosyalliğinin çok önemli bir veçhesini oluĢturan viziteler aslında resmi ve gayri-resmi olarak ikiye ayrılabilir. Bazıları belli mevkide bulunanlar için resmi ziyaretlerdir. Bazıları ise resmi olmamakla birlikte cemiyet hayatı için bir o kadar mecburi olan ziyaretlerdir. Bu ziyaretler kadınlar için daima, erkekler için de çoğunlukla ev merkezli olarak gerçekleĢmektedir. Bu nedenle de viziteler esnasında uyulması gereken âdâb-ı muâĢeret, geç dönem Osmanlı âdâb-ı muâĢeret literatüründe oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Vizitelerin içeriğine göre uygulanacak âdâb-ı muâĢeret ve giyilecek kıyafet değiĢmektedir. Medeni hayatın vazgeçilemez bir gereği olarak kabul edilen vizitelerin âdâb-ı muâĢeret açısından oldukça hassas bir konu olduğu söylenebilir.

Vizitelerin hemen hepsinde geçerli olan kurallardan birisi vizite esnasında evde bulunmayan ev sahibi ya da sahibesine kartvizit bırakılmasıdır. Kartvizitler için Hasan Bahri gibi bazı yazarlar ayrı bir baĢlık dahi açmıĢlardır.

64 Gıyabında bırakılan tüm kartvizitlere vizitenin Geç Dönem Osmanlı Âdâb-ı Muâşeret Kitaplarında Hane Tanzimi ve Salon Âdâbı 2933

Turkish Studies

International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4, Fall, 2012

gerekçesi Fransızca kısaltmasıyla yazılarak kart katlanmakta ya da sol kenarı bükülmektedir. Ancak kabul günlerinde kırılmıĢ kartvizit bırakmak aileye karĢı küstahlık olarak görülmektedir.65


65
Hasan Bahri, age, s. 15.

66
Usûl ve Âdâb-ı MuâĢeret‟e göre üç çeĢit suâre vardır: Soirée Musicale (Muzikalı suâre); Soirée dramatique (Tiyatrolu suâre) ve Soirée dansante (bal yahud balo). Usûl ve Âdâb-ı Muâşeret, s. 32.

67
Comtesse De Magallon, age, s. 63-73.

68
Örnek için bkz. Florance Hartley, The ladies’ Book of Etiquette, and Manual of Politeness: A Complete Hand-Book for the Use of the Lady in Polite Society, De Wolfe, Fiske & Co., Boston, 1875. Ayrıca bkz. Walter R. Houghton, James K. Beck, James A. Woodburn, Horace R. Hoffman, A. B., Philputt, F. E. Lyster, and W. R. Hpoghton, Rules of Etiquette: Home Culture, What to Do and How to Do It, Rand, McNally & Company, Publishers, 25th Edition, Chicago and New York, 1893, s. 147-160.

69
Lütfü Simavi, age, s. 19.

70
Age, s. 19.

71
Ahmed Midhat, age, s. 376.

Suâre ve Balolar



AkĢam verilen parti ya da özellikle belli bir amaç için gerçekleĢtirilen toplantılara suâre denmektedir. Suâre kelimesi Fransızca “soirée” kelimesinden gelmektedir. Ahmed Midhat‟a göre, suâre akĢam yemeğinden uykuya kadar olan zamanda ahbaplar ile birlikte geçirilen bir nevi çay davetidir. Balodan farkı ise raks edilmemesidir. MuâĢeretinin çok benzer olması dolayısıyla muâĢeret kitaplarının çoğunda suâreler ve balolar birlikte ele alınmıĢtır. Genellikle balo ve suâre ile ilgili olarak nasıl giyinileceği, selamlaĢma, mükâleme, takdim, büfe âdâbı, kadınlarla olan münasebet ve dans gibi konulardan bahsedilmektedir. Ancak suâre ve balo âdâbına geçilmeden önce suâre ve balonun okuyucu için tanımlanması ilginçtir. Nitekim hem bu basit ve ansiklopedik sayılabilecek tanımlardan hem de konuya yaklaĢım tarzlarından muâĢeret yazarlarının muhatabını konuya aĢina kabul etmediği görülmektedir.
66

Mevcut Osmanlı muâĢeret kitaplarının çoğunda bu bölümler nasıl suâre ve balo tertip edileceğinden ziyade hazır bulunulan suâre ve balolarda hangi muâĢeret esaslarına dikkat edileceğine yoğunlaĢmıĢtır. Bu konuda tek istisna Comtesse de Magallon‟un Ahmed Cevad tarafından aynen tercüme edilen Rehber
-i Muâşeret: Avrupa Âdâb-ı Mu’âşereti isimli kitabıdır. Comtesse de Magallon kitabında suâre ve balo tertip edecek kiĢiler için davetnamelerin hazırlanmasından evin düzenlenmesine kadar her türlü ayrıntıyı anlatmıĢtır.67 Oysa aynı dönemde Avrupa ve ABD‟deki etiket literatüründe “suâre ve balo” baĢlıkları altında genellikle ev sahipleri ve misafirler açısından konu ayrı ayrı iki baĢlık altında ele alınmaktadır.68 Lütfü Simavi‟nin ifadelerinden anlaĢıldığına göre suâre ve balo tertibi Osmanlı aileleri arasında çok da yaygın değildir: “Kış mevsiminde Avrupa’da aristokrat sınıfı ve diğer zenginler ve yabancı sefirler tarafından büyük gece davetleri vermek adetten olduğu gibi memleketimizde sefirlerin bir kısmının da bu gibi eğlenceler düzenledikleri bilinir.69

Genellikle büyük evlerin salonlarında gerçekleĢen suâre ve balolar en kamusal nezaket kurallarının geçerliği olduğu organizasyonlardır. Ahmed Midhat‟a göre suâre topluluğu otuz ile seksen kiĢi arasında değiĢebilir. Lütfü Simavi‟ye göre ise yüzlerce kiĢi davet edildiğinden ev sahibi misafirlerin bazılarını tanımayabilir.
70 Her suâre ve balo davetine davetname geldi diye katılmak mecburi olmadığı gibi katılamayacağını önceden bildirmek de gerekmemektedir. Fakat gidilsin ya da gidilmesin bir hafta içerisinde o aileye vizite verilmesi mecburi olup, katılınmıĢsa teĢekkür, katılınmamıĢ ise itizar (özür) vizitesi olmaktadır. HiyerarĢik olarak suâre çay davetinden ağır, balodan hafif bir merasimdir. Bu nedenle çay davetinden biraz sonra, balodan daha önce gidilmelidir. Alafranga saate göre 10‟dan önce gidilemeyeceği gibi 11‟den sonra da gidilmemelidir.71 Suâre‟de ilk olarak hane sahibesi ve sahibine selam verilip sonra aĢina olduğu kimselerin yanına gitmelidir. 2934 Fatma TUNÇ YAŞAR

Turkish Studies

International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4, Fall, 2012

Ahmed Midhat‟a göre suâreler ve balolar raks dıĢında muâĢeretce çok benzerdirler. Kıyafet konusunda ise suâre ve balolarda kıyafet farkı yoktur. Erkekler kuyruksuz setri ve kadınlar dekolte kıyafet giyerler.
72 Zabitan için yazılan Usûl ve Âdâb-ı Muâşeret‟e göre ise suâreler etiket hiyerarĢisinde balodan daha alt seviyede yer aldığından suârelere balolar kadar ağır kıyafet ile gidilmemelidir. Suârelere cumalık elbise ve balolara da büyük üniforma ile gidilmelidir.73

72
Age, s. 378.

73
Usûl ve Âdâb-ı Muâşeret, s. 32.

74
Age, s. 32.

75
Age, s. 32.

76
Comtesse De Magallon, age, s. 63.

77
Usûl ve Âdâb-ı Muâşeret, s. 30.

78
Age, s. 34.

79
Age, s. 35.

80
Age, s. 36.

Suârelerde “souper” denilen gece taamı gereklidir. Kadınları koltuğuna alıp büfeye götürmek “kavalye” olarak tanımlanan erkeklerin vazifesidir.74 Usûl ve Âdâb-ı Muâşeret‟e göre “Hane sahip veya sahibesi “mösyöler madamları soupeye götürünüz!” diye nida eder etmez eğer bir kadınla birlikte bulunur ise o kadını eğer bulunmaz ise yanında erkek bulunmayan ve muarife peyda edilmiş olan bir madama tekarrüb edip “müsaid iseniz sizi soupeye götüreyim” diye kol uzatmak muvafık-ı terbiye ve nezakettir. Şayet o madamı diğer birinin soupeye götürmesi takarrüb etmiş bile olsa kadın bu muameleden müteşekkir olur ve kabul edemeyeceği halde pek nazikane itizar eyler.75

Suâre muâĢeretinin aynen geçerli olduğu balo ise Comtesse de Magallon tarafından “
Suret-i mahsusada tertib edilen rakslı müsamere76 olarak tanımlanmıĢtır. “Balo da bir nevi suâredir. Davetnameye sadece “dans edilecektir (on dansera) yazılır.”77 Balo muâĢereti, danstan dolayı Osmanlı erkeği için suâreye kıyasla daha zordur. Çünkü Osmanlı erkeği dansa aĢina olmadığı gibi dans etmek bazılarınca ayıp ya da hafifmeĢreplik sayılabilmektedir. Bu nedenle Usûl ve Âdâb-ı Muâşeret nasıl dans edileceğini yazmadan önce okuyucusuna Avrupa‟da herkesin küçük yaĢtan itibaren dans öğrendiğini ve dans etmenin ayıp sayılmadığını hatırlatmaktadır. Bundan sonra ise dans bilmeyenlere bazı uyarılar ve ipuçları verilmektedir. Örneğin, dans bilmeyen birinin bir kadını dansa kaldırmasının, fistanına ya da ayağına basmasının küstahlık olduğu ifade edilmektedir.78 Dans bilmeyenler ısrar vaki olur ancak “kadril” tabir olunan raksa iĢtirak edebilirler. Çünkü kadrilde birisi kumanda edeceğinden ve rakslar pek sade olduğundan kumandalara dikkat ederek ve diğerlerini taklit eyleyerek iĢin içinden çıkmak kabil olabilir.79

Medeni hayatın bir vecibesi olarak kabul edilen balonun Osmanlı toplumunda kolay benimsenebilir bir durum olmadığı söylenebilir. Öncelikle kadın ve erkeğin birlikte aynı mekânı paylaĢmasının da ötesinde aralarında fiziksel teması da gerektiren dansın vuku bulması bazı çekincelerin ortaya çıkmasına ve muâĢeret yazarlarının da bu çekincelerin üzerinde durmasına yol açmıĢtır. Öyle ki,
Usûl ve Âdâb-ı Muâşeret balonun maksadının ne olduğunu ve ne olmadığını açıklama ihtiyacı hissetmiĢtir. Buna göre: “Şunu unutmamalıdır ki, balodan maksat namuslu ailelerde kadın erkek birlikte zevk etmek değildir. Kızların koca bulması ve erkeklerin izdivaç etmek üzere kızlara kendilerini beğendirmeleri için vesile hazırlamaktır. Demek oluyor ki, baloda erkek ve kadın edep ve terbiye ve nezaket hususunda birbirlerine rekabet edercesine izhar-ı maharet mecburiyetinde bulunur. Baloda kahkahalarıyla nazar-ı dikkati celbeden, vakar ve haysiyetini muhafaza etmeyen bir kız dillere düşüp müddet-i ömrünce kocasız kalmak tehlikesine maruzdur.80

Hem
Usûl ve Âdâb-ı Muâşeret‟e hem de Ahmed Midhat‟a göre dans, medeni cemiyetlere dahil olacak Osmanlı erkeği için bir mecburiyet değil, ihtiyaç olduğunda durumu kurtaracak kadar Geç Dönem Osmanlı Âdâb-ı Muâşeret Kitaplarında Hane Tanzimi ve Salon Âdâbı 2935

Turkish Studies

International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4, Fall, 2012

aĢina olunması gereken bir muâĢeret esasıdır. Nitekim Ahmed Midhat, dansın balo muâĢeretinin olmazsa olmazlarından olduğunu, Avrupa‟da dans bilmeyen bir gencin davet edildiği baloya gitmemesinin daha uygun olacağını söylemesine rağmen Ģarklıları dans mecburiyetinden muaf tutmaktadır. Ona göre
“Adet-i milliye ve kavmiyemizde raks bulunmadığından bahisle “bilmem” demek özr-i makbul yerine geçer, bu itirafta bulunan Şarklılar ta’yip dahi olunmazlar.”81 Öte yandan Ahmed Midhat uygulansın ya da uygulanmasın kitabında balo âdâbına ve dansa dair her türlü ayrıntıyı okuyucusuyla paylaĢmaktadır. Buna göre baloda ilk dansa davet edilmesi gereken kiĢi ev sahibesi ya da onun kızlarıdır. Onlardan evvel baĢkalarının dansa davet edilmesi ve onların kenarda kalması hürmetsizlik olarak görülmektedir. Dolayısıyla ilk olarak onların dansa davet edilmesi mecburidir ve yine onların bu dans teklifini kabul etmeleri de mecburidir.82 Ayrıca, dans ederken eldivenli bulunmak Ģarttır.

81
Ahmed Midhat, age, s. 398.

82
Age, s. 385.

83
Usûl ve Âdâb-ı Muâşeret, s. 32.

84
Comtesse De Magallon, age, s. 63.

85
Hasan Bahri, age, s. 20

Balo hem maddi külfeti hem de ağır muâĢeret kuralları dolayısıyla kolay tertib olunan bir müsamere değildir.
Usûl ve Âdâb-ı Muâşeret‟in ifadesiyle “Balo tertibi olur olmaz ailenin harcı değildir. Ancak zenginler, sefaretler, bankerler, vükela mesarif-i kesire ile balo vermeye kalkışabilir.”83 Balo tertibi için evin fiziksel koĢullarının da müsait olması gerekmektedir. Balo için birden fazla salon ve oda gerekmektedir. Asgari olarak raks için büyük bir salondan baĢka, orkestra için bir oda, oyun için bir oda, yorulanlar ve raksa katılmayanlar için bir oda ve vestiyer için bir oda olmak üzere en az dört odaya ihtiyaç vardır.84

Sonuç



Alafranga hane tanzimini ve muâĢeretini belirleyen en temel parametrenin hiyerarĢi olduğu söylenebilir. Zikredilen tüm muâĢeret kurallarında adeta en muteberden en az mutebere doğru sıralama yapılmaktadır. Sofrada kimin nerede oturacağı, hangi erkeğin hangi kadına kol vereceği, kimin kime el uzatacağı, kimin kime önce selam vereceği tamamen hiyerarĢi esasına göre belirlenmektedir. HiyerarĢiyi belirleyen en temel unsurlar ise öncelikle cinsiyet, sonrasında ise rütbe, mevki, yaĢ ve servettir. Hükümdar ve ailesi hariç her cemiyette âdâb-ı muâĢeret hiyerarĢisinde en üstte her zaman “kadınlar” yer almaktadır. Ancak kadın olmalarından baĢka onların ihtiram derecelerini belirleyen asıl unsur eĢlerinin rütbe ve mevkileridir. Kadınlar arasındaki hiyerarĢide kendilerine gösterilen hürmet ve ihtiram genellikle eĢlerinin statüsüne göre belirlenmektedir.

Kibar bir cemiyette kadınlardan sonra hiyerarĢide en üst sırada yer alanlar derecelerine göre askeri rütbe sahipleridir. Nitekim kıyafet konusunda üniformaları en prestijli kıyafetleri olduğu gibi salonda da sanki bir misafir değil, adeta kıĢladaki asker gibidirler ve muâĢeretleri tamamen askeri rütbelerine göre belirlenmiĢtir. Kadınlar ve askerler dıĢındaki zümre için ise yaĢ ve mevki kendilerine gösterilecek olan ihtiramı belirleyen baĢlıca unsurlardır. YaĢça büyük olanlara her zaman ihtiramda öncelik tanınmaktadır. Mevki ise daha muğlâk bir konudur. Net tanımlamalardan ziyade pratikte irticalî olarak bireyler arasında mevkice bir sıralama yapılır. Nezaket, hürmet ve saygının derecesi tamamen kiĢinin belirlenen hiyerarĢideki konumuna göredir. Örneğin

Centilmen‟de “Nezaket Derecesi” baĢlığı altında Hasan Bahri “Bir küçük çocukla görüşülürken nazırlara, hakimlere karşı kullanılan elfaz-ı ihtiramiyeye hacet görülmez. Cahil bir köylüye alim ve edibe hitap eder gibi muamelede bulunulmaz. Ve bir kadınla da askere emir verir gibi görüşülmez.85 demektedir. 2936 Fatma TUNÇ YAŞAR

Turkish Studies

International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4, Fall, 2012

Ahmed Midhat, Lütfü Simavi ve Mehmed Emin gibi bazı âdâb-ı muâĢeret yazarları insanın dünyevi özelliklerine göre kendisine muamelede bulunmayı ve saygı göstermeyi eleĢtirmekte ve bu noktada Avrupa âdâb-ı muâĢeretinin yüzeyselliğini ve ahlaktan yoksunluğunu vurgulamaktadırlar. Lütfü Simavi “
Akraba arasında rütbe ve mevki gözetilmeyeceğinden hizmet-i hükûmetde temeyyüz veyahut ticarette kesb-i servet etmiş bir akrabayı fakir fakat namus, haysiyet ve malumatı ile teferrüd etmiş bir akrabaya tekaddüm ettirmek münasip değildir.”86 demektedir. Mehmed Emin, yazmaktan içtinap ettiği „sosyete‟ âdâb-ı muâĢeretini tam da bu noktada keskin bir dille eleĢtirmektedir. Ona göre: “Onlar, insanda (insan-ı kamil) hesap nisap ararlar. Fakat kanun-ı ahlaka müteassibin ve kemalat-ı insaniyeye malik olanlar herhangi sınıfa mensup olurlarsa olsunlar İslamiyette tefrik edilmeksizin hürmet ve mazhar-ı atafet olurlar.87

86
Lütfü Simavi, age, s. 57.

87
Mehmed Emin, age, s. 73.

88
Comtesse De Magallon, age, s. 20.

89
George Winfred Hervey, Principles of Courtesy with Hints and Observetions on Manners and Habits, Harper & Brothers Publishers, New York, 1852, s. 192.

Öte yandan bir salonda ya da cemiyette kiĢiye gösterilecek hürmetin hiyerarĢi esasında belirlenmiĢ olması, bu kimselerin insani değer anlamında da hiyerarĢiye tabi tutulduğu anlamına gelmemektedir. Comtesse de Magallon‟un Avrupa âdâb-ı muâĢeretini anlatan ve aynen Osmanlıca‟ya çevrilen kitabında “Fakir akraba ve ahbabınız varsa onlara karĢı zengin olanlar gibi hüsn-i muamelede bulununuz.”88 denilmektedir. George Winfred Hervey Nezaket Prensipleri: Görgü ve Adetlere Dair İpuçları ve Gözlemler (1852, New York) baĢlığını taĢıyan kitabında baĢkalarına gösterilecek saygıya dair prensipleri Ģu Ģekilde özetlemektedir: “Saygımızı ifade biçimimiz her zaman karşımızdaki kişinin yaş, rütbe ve diğer özelliklerine uygun olmalı. Bizden büyüklerle laubalilikten emsallerimize saygısızlıktan, bizden aşağıda bulunanları küçümsemekten kaçınmalıyız. Çok güzel bir kural: “Herkese saygı gösterin!” ve bu kuralı en zayıftan en güçlü insana kadar bütün insanlara uygulayın.”89

KAYNAKÇA



BERTRAM Carel,
Imagining the Turkish House: Collective Visions of Home, University of Texas Press, Austin, 2007.

CURTIN Michael, “A Question of Manners: Status and Gender in Etiquette and Courtesy,”
The Journal of Modern History, 57, 3, Sep. 1985, s. 395-423.

DAVETIAN Benet,
Civility: A Cultural History, University of Toronto Press, Toronto, 2009.

DOĞAN Ġsmail, “Tanzimat Sonrası Sosyo-Kültürel DeğiĢmeler ve Türk Ailesi”,
Sosyo-Kültürel Değişim Sürecinde Türk Ailesi, Vol. 1 T.C., BaĢbakanlık Aile AraĢtırma Kurumu, Ankara, 1992), s. 176-198.

DUBEN Alan ve BEHAR Cem,
İstanbul Haneleri: Evlilik, Aile ve Doğurganlık 1880-1940, ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul, 1998.

ELIAS Norbert,
The Civilizing Process, Vol. I. The History of Manners, Blackwell, Oxford,1969.

ELIAS Norbert,
The Civilizing Process, Vol. II. State Formation and Civilization, Blackwell, Oxford, 1982. Geç Dönem Osmanlı Âdâb-ı Muâşeret Kitaplarında Hane Tanzimi ve Salon Âdâbı 2937

Turkish Studies

International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4, Fall, 2012

ESENBEL Selçuk, “The Anguish of Civilized Behavior: The Use of Western Cultural Forms in the Everyday Lives of the Meiji Japanese and the Ottoman Turks During the Nineteenth Century”,
Japan Review, Sayı 5, 1994, s. 145-185.

ESENBEL Selçuk, “Medeni DavranıĢın Aczi I: Batı Kültür Formlarının 19. Yüzyılda Meici Japonlarının ve Osmanlı Türklerinin Gündelik YaĢamlarında Kullanımı,”
Toplumsal Tarih, 8, 47, Kasım 1997, s. 6-14.

ESENBEL Selçuk, “Medeni DavranıĢın Aczi II: Batı Kültür Formlarının 19. Yüzyılda Meici Japonlarının ve Osmanlı Türklerinin Gündelik YaĢamlarında Kullanımı,”
Toplumsal Tarih, 8, 48, Aralık 1997, s. 7-15.

ESENBEL Selçuk, “Uygarlık Süreci: Kavram Açısından Bir Mukayese”,
Toplum ve Bilim, Sayı 84, Bahar 2000, s.18-36.

ESENBEL Selçuk,
Japon Modernleşmesi ve Osmanlı: Japonya’nın Türk Dünyası ve İslam Politikaları, ĠletiĢim, Ġstanbul, 2012.

FAROQHI Suraiya and NEUMANN Christoph K.,
The Illuminated Table, the Prosperous House, Ergon Verlag, Wurzburg, 2003.

FAROQHI Suraiya,
Subjects of the Sultan: Culture and Daily Life in the Ottoman Empire, I.B. Tauris Publishers, London, New York, 2000.

GÖÇEK Fatma Müge,
Rise of the Bourgeoisie, Demise of Empire: Ottoman Westernization and Social Change, Oxford University Press, New York, Oxford, 1996.

HARTLEY Florance,
The ladies’ Book of Etiquette, and Manual of Politeness: A Complete Hand-Book for the Use of the Lady in Polite Society, De Wolfe, Fiske & Co., Boston, 1875.

HERVEY George Winfred,
Principles of Courtesy with Hints and Observetions on Manners and Habits, Harper & Brothers Publishers, New York, 1852.

HOUGHTON Walter R., BECK James K., WOODBURN James A., HOFFMAN Horace R., PHĠLPUTT A. B., LYSTER F. E., and HPOGHTON W. R.,
Rules of Etiquette: Home Culture, What to Do and How to Do It, Rand, McNally & Company, Publishers, 25th Edition, Chicago and New York, 1893.

IġIN Ekrem,
Tanzimat Ailesi ve Modern Âdâb-ı Muâşeret, Sosyokültürel Değişim Sürecinde Türk Ailesi, T.C. BaĢbakanlık Aile AraĢtırma Kurumu, Ankara, 1992.

KOÇU ReĢat Ekrem,
Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Sayı. 4., Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Ġstanbul, 2003.

MERĠÇ Nevin,
Osmanlı'da Gündelik Hayatın Değişimi: Adab-ı Muaşeret, Kaknüs Yayınları, Ġstanbul, 2000.

MICKLEWRIGHT Nancy, “Public and Private for Ottoman Women of the Nineteenth Century”,
Women, Patronage, and Self-Representation in Islamic Societies, ed. D. Fairchild Ruggles, State University of New York Press, Albany, 2000, s. 155-174.

ORTAYLI Ġlber,
Osmanlı Toplumunda Aile, Pan Yayıncılık, Ġstanbul: 2001.

QUATAERT Donald,
Consumption Studies and the History of the Ottoman Empire, 1550-1922, State University of New York Press, Albany, 2000.

SAFVETĠ Ziya,
Salon Köşelerinde, Türkiye ĠĢ Bankası Yayınları, Ġstanbul, 2009. 2938 Fatma TUNÇ YAŞAR

Turkish Studies

International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/4, Fall, 2012

ġEYDA Arzu,
Hanımlara Mahsus Gazete, 101-200, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi, 2003.

SHORT John Rennie,
At Home: An Anthropology of Domestic Space, ed. Irene Cieraad, Syracuse University Press, New York, 1999.

TANPINAR Ahmet Hamdi,
19. Asır Türk Edebiyatı, Çağlayan Kitabevi, Ġstanbul, 10. Baskı, 2003.

TUNÇ YAġAR Fatma,
The Predicaments of Alla Franca: Visions of Proper Behavior in Late Ottoman Etiquette Literature, Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, YayımlanmamıĢ Doktora Tezi, Ġstanbul, 2012.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder